Aşırı Uçlar: En Soğuk, En Sıcak

Yeryüzünün iklimi, dondurucu soğuktan, kavurucu sıcağa kadar büyük değişiklikler gösterir; ama insanlar ve hayvanlar bu aşırılıklara dayanmanın yolunu buluyorlar. Sıcak

1946’da Batı Avustralya’nın Wyndham kentini tam 333 gün süren bir sıcak dalgası basmıştı. Bu süre içinde hava sıcaklığı 32°C’nin altına düşmemişti. Ama Wyndhamlılar daha sıcak günler de görmüşlerdi. Bu olaydan birkaç yıl önce de aynı bölge 160 gün süreyle 37,8°C’yi bulan kavurucu sıcaklara sahne olmuştu; başka bir deyişle, hava sıcaklığını aşmıştı.

Ama bunlar da dünya sıcaklık rekorlarının yanında önemsizleşir: yeryüzünde şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık, 59,4°C olmuştur. Bu rekor sıcaklık, 1973’te Cezayir’in İnsala yöresinde kaydedilmiştir. Çoğu insanların ellerini 48°C’nin üstündeki suya sokamadıklarını düşünürsek, bunun ne kadar sıcak olduğunu daha iyi anlarız. Buna karşılık, şimdiye kadar kaydedilen en şiddetli soğuk da, 24 Ağustos 1960’da, Antartika’da Vostock yöresinde meydana gelmiştir. -83,3°C.

İlk Kâşifler

İklimin aşırı uçlarına, ancak insanlar değerli madenler ve yeni topraklar bulmak amacıyla dünyanın en uzak noktalarına gitmeye başladıktan sonra rastlanılmıştır. İlk kâşifler dünyanın bazı bölgelerinde yaşamanın ne kadar güç, hatta olanaksız olduğunu şaşkınlıkla görmüşlerdir. Bunların çoğu, sırf ele geçirmeye kalktıkları toprakların iklimini tanımladıkları için, ya güneş çarpmasından ölmüşler ya da donmuşlardır.

Neden dünyada birbirine bu kadar zıt iklim bölgeleri var? Bize en yakın yıldız olan Güneş’in yüzey ısısı 5500°C dolayındadır. Güneş, enerjisinin ısı ve ışık biçimindeki dünyaya gönderirken, dünya da ancak güneşe olan uzaklığı, çevresindeki atmosfer ve kendi radyasyon özellikleri sayesinde kavrulup girmekten kurtulmaktadır.

Dünya-Uzay

Dünyada yaşam açısından bakıldığında, uzaydaki bu yok edici nükleer fırınla insanların ilişkisi oldukça hassas bir dengeye dayanır. Yerkürenin 1,5 km kalınlığında bir buz tabakasıyla kaplanması için, güneş sıcaklığının yüzde 13 oranında düşmesi yeter. Bereket, Güneş’in daha 30 milyar yıllık bir sağlıklı ömrü vardır.

Dünyaya çarpan ışığın bir bölümü yine uzaya yansır. Uzaya geri giden bu ışık, güneşten gelen toplam enerjinin yüzde 35’ini oluşturur; bu orana gezegen beyazlık derecesi denir. Ama bu yüzde 35, ortalama bir sayıdır: yeryüzünün çeşitli noktalarının yansıtma oranları gerçekte birbirinden çok farklıdır. Yeni yağmış kar ve beyaz bulutlar güneş ışığının yüzde 90’ını yansıtabilirken, kara toprak sadece yüzde 10’unu yansıtır, geri kalanını emer. Isı transferleri dünyanın ortalama sıcaklığının aynı kalmasını sağlamaktadır. Ama bu, sistemin kendi içinde büyük derece farkları olmasını önlemez. Eğer enlem derecesi dünya üzerinde hava sıcaklığını belirleyen tek etmen olsaydı, paralel çizgilerden oluşan bir izoterm(eşit sıcaklık eğrileri) haritası elde ederdik. Ama gerçekte durum çok farklıdır.

Kara ve deniz kütlelerinin düzensiz dağılımı, aynı enlemde değişik sıcaklık derecelerinin ortaya çıkışına yol açar. Deniz de kara da ısı emer ve yayarlar; ama deniz bunları karadan daha yavaş yapar. Deniz havası bütün yıl boyunca karaya göre ılımandır ve bu yüzden karadan gelen sert havayı yumuşatır. Buna karşılık kıta ortalarındaki hava yazın çok sıcak, kışın da çok soğuk olur. Yükseklik ve açıklık da bir bölgenin sıcaklığında rol oynayan etmenlerdir.

6 ay süreyle karanlıkta kalmalarından ötürü kutup bölgelerinde geceler çok uzundur, 6 ay süren gündüzler de oldukça soğuktur. Güneş ışığı yere çok eğik olarak çarptığı için kar yaz ortasında bile erimez. Ortalama sıcaklık -50°C dolayındadır; böylesine şiddetli soğuklarda metaller gevrekleşir, motor yağı ve benzin donar. Bu tür iklimlerde çalışan insanların, sıcaklığı koruyacak hava cepleri taşıyan kat kat sıkı giysiler giymeleri zorunludur. Kuzey Kutbu çevresinde yaşayan Eskimolar bir mimarlık harikası olan igloyu geliştirmişlerdir. Bu yapının yarım küre biçiminde, yüzey alanının hacime oranı düşüktür, bu da kolay ısıtılmasını sağlar. Eskimoların giydikleri hayvan postları da soğuk ve rüzgâra karşı en iyi korunma yoludur: kürk, kusursuz bir yalıtkandır.

Kavurucu Sıcaklık

Buna karşılık tropikal bölgelerde güneş ışığı öyle güçlüdür ki, açıkta kumların sıcaklığı 84°C’ye, yani suyun kaynama derecesinin sadece 16°C altına kadar yükselebilir. Bu aşırı sıcakta yaşamak için de bambaşka bir strateji gereklidir.

İnsanlar sıcağa terleyerek karşı koyarlar; ter buharlaşırken cildi de serinletir. Elbiseler hafif olmalı ve ışığı geçirmeyip yansıtmalı, en önemlisi de vücudu tepeden tırnağa kapatmalıdır. Evlerin pencereleri güneş ışığını içeri sokmamak için küçük yapılır. Hayvanlar da davranışlarını sıcağa göre ayarlarlar. Günün en sıcak saatlerinde gölgede dururlar; çöl hayvanlarının çoğu gündüzleri uyuyup, geceleri uyanık kalırlar. Hareketlenebilmek için güneş ışığına gerek duyan soğukkanlı hayvanlar ise çok uzun süre güneşlenirler. Ama kumun kendilerini yakmasını önlemek için de çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Çöl kertenkelelerinin bir türü sıçrayarak yürür, böylece belli bir anda sadece iki ayağı yere değer. Başka sürüngenler ve böceklerse, güneşte kalabildikleri kadar kalırlar ve sıcak dayanılmazlaşınca hemen kendilerini kuma gömerler.

Gezegenimizin küçüklüğüne karşın iklimi kıyı bölgelerinin ılıman havasından, çöllerin kavurucu sıcağına ve oradan da kutupların uyuşturucu soğuğuna kadar büyük farklılıklar göstermektedir. Günümüzde bu değişik iklim koşullarının anlaşılmış ve dayanma çarelerinin bulunmuş olduğunu bilmek rahatlatıcıdır. Ama yeryüzünde iklim dengesinin ne kadar hassas olduğunu ve insanların bu dengeyi bir nükleer savaşla kolayca bozabileceklerini bilmek bu gönül rahatlığını yok etmeye yeterlidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir